Memenizi Koruyun! Damla Çeliktaban, meme kanseri ile ilgili tüm merak ettiklerinizi Prof. Dr. Ayşegül Özdemir’e sordu.
Memenizi Koruyun!
Meme kanseri kadınlar arasında en sık rastlanan kanser türü. Dünya Sağlık Örgütüne göre 1990 yılında 796 bin kadında, 2008 yılında ise 1,4 milyon kadında yeni meme kanseri bulundu. Memenin neden kansere bu kadar yatkın bir organ olduğunu bilmemekle beraber erken teşhis sayesinde ölümcüllüğünün azalacağını biliyoruz. Erken teşhisin yolu da nitelikli ve düzenli taramalardan geçiyor.
Prof. Dr. Ayşegül Özdemir meme konusunda uzman bir radyolog. 2013 sonbaharında yayımlanan “Memenizi Koruyun” isimli kitabında nitelikli radyolojik taramalar sayesinde “suistimale çok yatkın bir organ” olarak tanımladığı memeyi nasıl koruyabileceğimizin yanı sıra bilinçli bir hasta-hekim ilişkisinin gereğini anlatıyor.
Annesini meme kanserinden kaybetmiş biri olarak konu beni can evimden vuruyor. Kitap elime geçtiğinde Ayşegül Özdemir ile mutlaka tanışmam gerektiğini düşündüm ve geçen hafta hem muayene olmak hem meme tetkikleriyle ilgili bilmediklerimi öğrenmek için Ankara’ya yola çıktım. Benim sorularıma arkadaşlarımınkiler de eklenince çok detaylı bir röportaj çıktı ortaya… Buyurun:
Kitabınızın önsözünde “Kanserle savaş adına en çok zarar gören organ memedir” diyorsunuz. Bu ne demek?
Meme çok çabuk suistimal edilebilen bir organdır. Nüfusun yarısının kadın olması ve memenin bir kadın organı olması birinci nedendir. Çok insanı ilgilendiren konular suistimale açıktır. İkinci neden ise memekadınlarda en çok kanser gördüğümüz organdır. Kanser korkusu kolaylıkla suistimal edilebilir; endişe yaratır.
Meme taramaları için kadının adet döngüsü dikkate alındığında en uygun zaman ne zaman?
Aslında radyolojik açıdan her zaman uygundur yani tanıyı etkilemez. Lakin mamografi çekmek içinmemeyi sıkıştırırız. Bu esnada insanların canı acımasın diye, rahatsız olduğunuz zamanlarda gelinmemesini öneriyoruz. Sadece adet döngüsü değil aynı zamanda psikolojinizin de güçlü olduğu zamanda tarama yapılsın. Adet dönemine yakın zamanda kadında hassasiyet varsa gelmemeyi tercih etsin.
Annemde meme kanseri olduğu için 20’li yaşlardan beri ultrasona girerim düzenli. Bu muayenelerde bana “fibrokistik” bir yapım olduğu söylendi. Ne demektir bu?
Mamografi yapılan kadınların %95’inde kist, denz, fibrokistik hastalık gibi terimlere rastlanır. Kanser şüphesi gibi öne çıkan başka bir bulgu yoksa bu raporları yorumlayan hekimler hastalara memelerinin fibrokistik yapıda olduğunu söylerler. Bu kadınlar kanser risklerinin arttığı endişesiyle sık sık muayeneye gider ve biyopsi önerilerini kolaylıkla evet derler. Aslında fibrokist diye bir şey yoktur. Bu uydurma bir sözcüktür. Fibrokistik değişiklikler tanısı günümüzde gereksiz takip, tetkik ve ameliyatların en yaygın gerekçelerinden biridir.
Aile hikayesinde meme kanseri olanlar bunun için en yüksek risk grubu mu?
Bizim için ailenizde meme kanseri olması en mühim şey değil. En mühimi sizde olması. Yani bir kerememe kanseri yaşamış bir kadında genetik veya başka faktörlerden dolayı tekrarlama eğilimi vardır. Bu da bu işi yaşamayanlara göre daha fazla risk altında demek. Ailenizde meme kanseri olmasından ziyade kaç yaşında olduğu ve size ne kadar yakın olduğu önemlidir. Halanızın meme kanseriyle annenizi memekanserinin size olan etkisi farklı olduğu gibi annenizin 40 yaşında meme kanseri olmasıyla 80 yaşındameme kanseri olmasının etkisi de farklıdır. Genetik ulaşan kanserleri genelde genç yaşta görüyoruz. Özellikle 40 yaşın altında tanı koyulduysa bunun genetik yoluyla ulaşması daha muhtemeldir.
Erken adet görenler meme kanserine daha mı çok yakalanır?
Bu tamamen östrojen progestronla, üreme yeteneğinizin olduğu süreyle alakalı. Adet görmeye ne kadar erken başlar ve geç bitirirseniz bu, östrojene maruz kaldığınız sürenin aratması demektir.
“Doğurdum, emzirdim, meme kanseri olmam” demeyin!
Çok doğurmak ve çok emzirmek meme kanserinden korur mu?
Bu oldukça göreceli bir durumdur. Diyelim ki bir kadın 13 ila 45 yaş arası adet gördü. Onun östrojene maruz kalma süresi, 52 yaşında menopoza giren kadından daha kısadır. Bu çok küçük bir farkla erken menopoza gireni diğerinden daha avantajlı duruma getirebilir. Oldukça şüpheli bakın, birkaç soru işareti koyuyorum. Diğer yandan emzirdiğiniz süre boyunca genellikle gebe kalınamaz. Çünkü östrojen düşüktür. Aynı şekilde hamileliklerin sayısı ne kadar fazlaysa o dönemlerde östrojen miktarında düşme olur. O nedenle de (göreceli olarak) ne kadar geç yaşta adete başlarsan, ne kadar erken menopoza girersen, ne kadar çok hamilelik geçirirsen ve ne kadar uzun emzirirsen östrojene maruziyet süren azaldığı için, meme kanseri riski bunlar olmayanlara göre biraz daha az diye düşünülebilir.
Kesin bir koruma durumu söz konusu değil diyorsunuz?
Ne yazık ki iletişimde sorunlar çok. Deniyor ki: “Emzirmek iyidir, meme kanserinden korur.” Bunu duyan kadın: “Ben on çocuk doğurdum, kaç yıldır emziriyorum. Bende meme kanseri olmaz’” yanılgısına kapılır.
Bunun mahsuru nedir sizce?
Çok doğurdum çok emzirdim diye kadın kendini emniyette hissediyor. Bu etkenler meme kanserine yakalanma riskini bunları yapmayanlara göre azaltsa da yine de bağışıklık yaratmaz. Buna benzeyen başka bir yanlış algı da kendi kendine elle muayene ile ilgili. Normalde elle yapılan kendi kendine muayene “Hiçbir şey yapmıyorsan bunu yap bari” demektir. Hiçbir şekilde koruyucu değildir. “Ben kendimi muayene ettim, hiçbir şey bulamadım, demek ki bende risk yok” diye düşünmemek gerekir.
Kadın “bende olmaz” diye düşününce ne oluyor?
Bende olmaz diye düşünen kadın düzenli taramaya gitmiyor. 2007 yılında Türkiye’de meme kanseriyle yaşayan hasta sayısı 44253 olması gerektiği hesaplanmıştır. Oysa bilinen hasta sayısı (16883) bunun çok altında. Yani meme kanseri olduğunu bilmeden yaşayanların sayısı tanı koyulanların çok üstündedir. Bu kanserlerin bir kısmı yakalandıklarında ileri evrede olacaklar. Tamamen ücretsiz olduğu halde taramaya davet edilen kadınların sadece %30’u gidiyor. Bulunan kanserlerin büyük bir kısmı da taramaya değil tanı konmaya giden kadınlara aittir.
Olabildiğince Erken Teşhis
Kitabınızda kanserin gelişme sürecini anlatıyorsunuz. İlk 5-7 senede bir mm.ye ulaşır diyorsunuz. Bunu elle hissetmek mümkün mü?
1 cm’ye kadar elinizle hissedemezsiniz bile. 1 cm’den sonrası katlanarak büyür. Bir eşiktir. Kanser standart bir hastalık değildir ve herkeste farklı seyreder. Kanser ile savaştan kayıpsız çıkmanın en güvenilir yolu, kanserin dolaşıma girmeden önce yakalanmasıdır. Önemli olan olabildiğince erken teşhis edilmesi. Mesela ikinci evrede tanı koyulan bir kadın sıfır ve birinci evrelere göre daha şanssızdır lakin üçüncü evreye göre şansı daha yüksektir.
“Ultrason mu? Mamografi mi?” diye soruyorlar mı size bu ikisinin yararı zararı nasıl karşılaştırılır?
Örneğin bir memede fiziki muayenede bile anlayabileceğimiz bir kanser var. Bunun kanser olduğunu söylemek için değil, ne kadar yayıldığını anlamak için mamografiye gerek vardır. Mamografi kullanımını tanısal ve tarama olarak düşünmeliyiz. İkisindeki gerekçelerimiz farklıdır. Tanısal uygulamalarda “Şikayetimin sebebi ne?” diye gelirsiniz. Taramada ise “Bir şikayetim yok ama kontrol olmak istiyorum?” diye gelirsiniz.
Mamografi herkese gerekli, ama ultrason mamografiden memesini gördüğümüz hastanın sadece bir kısmına gerekli. Türkiye’de genel uygulama tam tersi şekilde: her kadına ultrason, mamografi. Yararı olmayan bir şeyi isterseniz ayda bir yapın meme kanserini görmezsiniz; işte bu bir zarardır. Yani radyasyon almasın diye yanlış yöntemle tararsanız hastaya zarar verirsiniz; mevcut kanseri atlarsınız.
Mamografi konusunda birçok tartışma duyuyorum. Yararlı mı zararlı mı diye. Siz ne düşünüyorsunuz?
Her tıbbi karar yarar-zarar dengesi gözetilerek verilmelidir. Mamografi de, ultrason da, MR da lüzumsuz kullanılmamalıdır. Gereksiz olan her şey zararlıdır. Fiziksel olmasa bile ruhsal, ekonomik, sosyal açıdan bir şekilde size zarar verir. 40 yaşından itibaren yılda bir mamografi gereklidir dememiz 40’a kadar bir şey yapmayalım anlamına gelmez. Mamografi aslında her yaşta yapılır, önemli olan neden yapıldığıdır. Bunu yaparken hasta ne kazanacak ne kaybedecek? Bir kazanım umuluyorsa 25 yaşında da mamografi yapılır. 40-55 yaşları arasında yılda bir, 55-74 yaşları arasında iki yılda bir yapılan mamografide 100 bin kadından 86’sında kanser gelişebileceği, buna karşılık 497 kadının erken tanı sayesinde meme kanserine bağlı ölümden korunabileceği gösterilmiştir. Kısaca mamografinin yararı, potansiyel zararından çok daha fazladır.
Senede bir kere meme taramasını atlamayın!
Geçen yazın flaş haberlerinden biriydi.Angelina Jolie’nin meme kanseri riski yüzünden memelerini aldırdı. Kanser olmamayı garantiledi mi?
Bence bu bir hata. Ne yazık ki o zamandan beri “Ben de aldırsam mı?” diye soran çok oluyor. Ben buna “Angelina Sendromu” diyorum ve bu da bir çeşit suistimal. Angelina, meme kanseriolmayacağını garantilemedi. Kanser meme duvarında da gelişebilir.
Silikonlu memede kanser olur mu?
Olur tabii. Meme hücresinin olduğu her yerde memekanseri gelişebilir. Estetik cerrahi planlıyorsanız önce mutlaka meme kanseri taraması yaptırın.Meme estetiği geçirildikten sonra tanının zorlaştığını bilmek ve meme konusunda uzman bir radyoloğa danışmak önemli.
Stres meme kanseri riskini artırır mı?
Uzun ve yoğun stres durumları kaygıya, mutsuzluğa, kötümserliğe yol açar. Bunların meme kanseri riskini artırdıkları kanıtlanmış değildir. Ama bağışıklık sistemimizi zayıflatarak direncimizi düşürdüğü ve hastalıklarla başa çıkmayı zorlaştırdığı bir gerçektir.
Deodorantlar ya da lazer epilasyon memekanseri riskini artırır mı?
Hayır. Bu iddiaların bilimsel kanıtı yoktur.
Meme taramaları ne sıklıkta yapılmalı?
Ben radyolojik incelemelerinin ardından “Sizde kanser görmedim. Memeniz sağlam” demem. “Şüpheli bir şey görmedim” derim. İkisi arasında çok fark var. Kadında taramadan bir sene sonra memekanserinden şüphelenir, biyopsi yapar ve kanser bulursam; bu yeni çıktı demek değildir. Ancak görebileceğim hale gelmiştir. Onu için senede bir diyoruz. Senede bir güvenli bir süredir. Eğer siz daha iyi olacağını düşünüyorsanız birkaç senede birmamografi yaptırın ya da hatta hiç yaptırmayın; kendi kendinize muayene edin. Yeterince bekleyen her kadın kendi memesindeki kanseri bulur. Bunun için doktora gitmesine gerek yoktur. Bizim bir sene güvenli süredir dememizin sebebi evre 0’da ya da 1’de bulunabilmesi içindir.
Mamografi ya da ultrason sonuçlarını seneler içinde saklamak lazım mı? Gelişimi görmek önemli mi, yoksa sadece şu anki durumu belirleyici?
Mesela ben sizde bir kitle bulsam ve bunun bir sene öncede orada olduğunu bilsem önerim farklı olur; ilk kez tespit edilmiş olduğunu bilince farklı. Onun için tek bir radyoloğunuz olmalı. Yani bir radyolog, bir nokta koyuyor sizi gördüğünde, ikinci noktayı o koymazsa bilemez yani o kitle aynı kitle mi onu bilemez.
Makine mi önemli uzman mı?
Aletleri barındırmak uzman hekim barındırmaktan çok daha ucuz… Makinelerle ilgilenmemelisiniz, “Mamografi mi ultrason mu?” bunu merak etmeye gerek yok. Siz uzmanınızdan emin olun. Hastaneler reklamlarını teknoloji üzerinden biz de diyerek yapıyorlar. Bunlarla sizin hekimi merak etmeniz, hekimi aramanız engelleniyor. Hastaneler az yatırım yapmayı, çok kazanmayı istiyorlar bu da ticaretin kuralı. Ne yazık ki sağlık politikaları hekimlerin ellerinde değil.
‘Mememde ne var?’ diye merak eden radyoloğa gitmeli!
Meme kontrolleri için genel eğilim cerraha gitmek. Lakin siz kitabınızda bu kontrolleri ve takiplerini radyologlar yapmalıdır diyorsunuz…
Radyolog tıbbi görüntüleri yorumlamak yoluyla tanı koyan uzmandır. Radyoloji yöntemiyle elde edilen bulguları en doğru şekilde radyolog yorumlayabilir. Radyolojik değerlendirme için en uygun yöntemleri belirlemek, en etkin şekilde kullanmak, elde edilen bilgiyi yeterli, doğru ve tedaviye yol gösterici şekilde yorumlamak radyoloğun sorumluluğundadır. Benim önerim, kesinlikle doğru bulduğum şey “Mememde ne var?” diye merak eden kadınların radyoloji uzmanlarına gitmesidir.
Kendinizi gereksiz işlemlerden korumak için 10 öneri
1- Hiçbir meme biyopsisi acil değildir!
Panik, yanlış kararlar aldırır! Sakin olun. Derhal karar vermeye çalışmayın. Memenizdeki kanserse zaten yıllardır oradadır, birkaç hafta daha bekleyebilir.
2- Bedeniniz üzerindeki denetim yetkinizi “hekimlere” devretmeyin!
Bedeniniz SİZE aittir! Hekimlerinizi “karar verici” değil, “rehber” olarak görmeye çalışın.
3- İnsanlar yardım etmeye çalışırlar. Peşlerine bilinçsizce takılmayın!
Herkesin bir “fikri” vardır ama “bilgisi” olan azdır. Ağızdan ağıza anlatılanlara fazla itibar etmeyin. Aradaki insan sayısı arttıkça yanlış anlamalar da artar. “Aile meclisi” kararları mantıksal olmaktan çok, duygusal olmaya meyillidir. Durumunuzu kendi başınıza değerlendirmek konusunda kararlılık gösterin!
4- Bilgi kirliliğine kapılmayın.
Magazin haberlerine fazla itibar etmeyin. Medyadan ve internet sitelerinden çok bilgi toplayabilirsiniz ama bilimsel olanları ayıklamanız son derece zordur!
5- Danışma yöntemini doğru seçin.
Hekimlerle “yazışmayı” ya da “telefonlaşmayı’ değil, “yüz yüze” görüşmeyi tercih edin! İnternet ya da telefon kanalıyla bilgi toplamak ücretsiz, kolay, pratik, pek akıllıca görünür ama gerçek maliyeti çok ağır olabilir!
6- Konuyu doğru dalda uzmana danıştığınızdan emin olun.
Radyoloji ile ilgili yorumları radyoloji uzmanlarına sorun!
7- Hekimleriniz arasındaki mesleki ilişkinin niteliğini anlamaya çalışın.
Hekim, hastasına en iyi sağlık hizmetinin sağlanması için, ona hizmet sunan diğer hekimlerle işbirliği yapmakla yükümlüdür. Bu işbirliği “takım çalışması” diye anılır ama ne yazık ki genellikle yanlış anlaşılır. Radyologların diğer hekimler tarafından istenen isabetsiz incelemelere itiraz edememelerinin, kesin tanı koyma görevini üstlenmekten ve hastalara yüz yüze açıklama yapmaktan kaçınmalarının başlıca nedeni, “hastanın sahibi” olarak gördükleri diğer hekimlerin “etki alanlarını” engelleme endişesidir. Böyle bir durumla karşı karşıya kaldığınız takdirde zarar görme ihtimaliniz vardır! Radyoloğunuz doğrudan size yüz yüze, tatminkâr ölçüde açıklama yapıyor mu? Sorularınızı yanıtlamaya ve konuyu tartışmaya ne kadar istekli? Sizinkine benzer bir durumla karşı karşıya kalsa kendisi veya hayatındaki en sevgili kadın için ne isterdi?
8- Başka hekimlere de danışın, ama dikkatle seçerek!
Olasılıkları her yönden görmeye ve anlamaya çalışın. Herkesin yaptığı şey doğru demek değildir! Çoğunluğun ne dediğinden çok, mantığınızın ne dediğiyle ilgilenin! Eleştirel düşünebilmek için çoğunluk görüşe değil, farklı görüşlere gereksiniminiz vardır!
9- Hekimlerinizle açık konuşun.
Bütün sorularınıza yanıt aldığınıza emin olun! Beklenmeyen bir haberin etkisiyle psikolojik durumunuz konuşulanları doğru algılamanızı ve hatırlamanızı zorlaştırabilir. Eleştirel bir yöntemle yeterince okuyup düşündüğünüzde sorularınız netleşecektir. Bunları yazın. Sonra hekiminizden konuyu tekrar tartışmak için randevu alın. Bu randevuya, araştırmanıza katılan ve durumunuza sizinle birlikte kafa yoran eşinizi veya arkadaşınızı da götürün. Bir yerine iki kişinin dinlemesi ve gözlemleri, soruların çeşitlenmesini, konuşulanların hatırlanmasını ve yararlı tartışmalar yapmanızı kolaylaştırır.
10- Hekimleriniz de insandır!
Hasta-hekim ilişkisi, insan-insan ilişkisidir. İletişimin iki taraflı olduğunu unutmayın. Hekimlerinizin de bunalmış, duygusal ya da dikkatsiz anları vardır. Üstelik hiç kimse sürekli olarak aynı verimlilikte çalışamaz. Önyargısız ve anlayışlı olmaya çalışın. Görüşmenizin verimli geçmediğini ya da birbirinizi iyi anlamadığınızı düşünüyorsanız farklı bir gün tekrar görüşmeyi önerebilirsiniz.